Yorgun, tükenmiş vücuduna rağmen, ancak bilinci ve ağrıyan vücudu izin verirse gün ışığıyla uyanabiliyordu. Günlerdir gözünü karanlığa açıyordu bölük pörçük uykuların arasında. Uyandığında çok uykum var demeli insan başlayan güne, işe, güce inat, oysa gözünü açtığında ilk duyduğu vücudunun her yerinde, ruhunun derinliklerinde, günden güne onu tüketen acıydı. Sabah uyanıp kendini dinlediğinde insan, duyduğu neyse, yaşamına ahenkini veren odur diye bir yerde mi okumuştu yoksa bunu yaşamış, anlamış mıydı hatırlayamıyordu artık. Vücudundaki ağrılarıyla bir olmuş kalbini sıkıştıran, insanı artık söylenmekten, dertlenmekten, ağlamaktan alı koyan bir acıydı bu. Rağmen iç sorguları bırakmıyordu peşini. Bilinç, insanın lanetiydi belki de, duyuyor, düşünüyor ve acı çekiyordu. En korunaklı duruş, kıvrılıp dizlerini başına doğru iyice çekerek kımıldamadan yatıyordu böyle zamanlarda uzunca süre. Anne karnının rahatlığı, güveniydi aradığı.
Kendine, sevdiklerine yetiremeyip o gereksiz düşüncelere, can sıkıntılarına, hayal kırıklıklarına ne kadar da boşuna zaman harcamıştı. Şu son bir ayda içinin sıkıntısı katlanarak anlamıştı bunu. Umarsızca, özgürce, gönlünce yaşayabilmek yerine düşünceler, hayaller, doğrular, yanlışlar, aldanmalar, aldatmalar sarmalında kıvranıp durmuştu yaşamı boyunca. İnsan, yaşamı anlamlandırmanın bir yolunu bulmaya çalıştıkça derinleşiyormuş çukurları belli ki. Şimdiyse, yaşamak istediği hayatın, çocukları için, bütün çocuklar için umut ettiği, yıllardır peşinde koştuğu yaşanası bir dünyanın hayalini dahi kuramayacak oluşunun düş kırıklığıydı içindeki. En çok, sevdiği, sarıldığı insanlar aklına düştükçe dayanamıyordu. Yaşamı boyunca kaygı duyduğu çocukları düştükçe aklına. Artık ihtiyaçları kalmamıştı ona, kazanıyorlardı yaşamlarını, kendi doğruları, yanlışlarıyla meşgûldüler. Ne hastalığından bahsetmişti ne yaklaşan sondan onlara. Daha kolay gelmişti böylesi.
Yıllar geçmişti üstünden, içerde geçirdiği günler geldi aklına. Ne kötü hissetmişti kendini. Daha çok uğradığı haksızlığın, karşı koyamamanın, elinin kolunun bağlılığının yarattığı bir öfkeydi hissettiği, bir yandan da onu ayakta tutan. Öldürmeyen şeyin güçlendirdiği gerçeğinden. Öldürmeyen…Kendi gibi ne çok insan özgürlüğünden olmuştu vicdanının sesini dinlerken. Yaşamak için, yaşatmak için elinden başka türlüsü gelmiyordu çünkü. Kendi olmaktan çıkabilmesi gerekti insanın ki bu mümkün müydü ? Hem hiçbir yanlış susarak çözümlenmez dememiş miydi şair ? İşlediği suçsa, taammüden değil haksızlığa tahammülsüzlüğündendi.Yıllarca özgürlüğü elinden alınan arkadaşları vardı. İnsanın yaşamı boyunca bitmeyen bir davanın sanığı olduğunu düşünüyordu aslında, ancak kendini tüm gerçekleriyle savunabildiğince özgürlüğe yakın hissedebilirdi. Asıl haksızlık, insanların baştan eşit koşullarda yaşayamamalarıydı.Yapılması gereken, insanın bir başına elinden gelebilecek yegâne şeyse haksızlık etmemek, haksızlığa da boyun eğmemekti. Yaşarken bunu yapabilmiş miydi ?
Tarih okumak istemişti, doktor olmak kendi tercihi sayılmazdı. Sadece doktor olmanın kulağa hoş gelen yanlarından haberdardı o yaşta. Para kazanmak, işsiz kalmamak, saygın bir mesleğe sahip olmak. İnsanlara yardım edebilmek de güzeldi elbet. Oysa doktor olmak yetmiyordu buna. Tek başına ne olursanız olun anlamını yitiriyordu. Tarih tutkusu tarihin akışınaydı. Okuduklarını, tarihin ilerleyişini formüllere, teorilere dönüştürüp geçmişi ve geleceği, nedenleri, niçinleri anlaşabilir kılmayı isterdi. Sonraları, tarihin de yazılı olandan, okunabilenden farklı olabildiğini anladığında hayal kırıklıklarına, neden, nasılllarına yenileri eklenmişti. İnsanlığın hep daha ileriye gideceğini, insanın, aklını daha iyi kullanabileceği, barışçıl, ölüme değil yaşama endeksli bir dünya yaratabileceğini, tarihin akışının daha iyiye doğru, belki engebeli, inişli, çıkışlı ama mutlaka daha iyiye gidecek bir doğru olduğunu düşünürken son yıllarda değişmişti düşünceleri. Zaman denilen kavram, dünyanın kendisi ve güneşin etrafında sürekli dönmesi, insanın doğması, yaşlanması ve ölmesi, bunda ilerlemeden söz edecek bir durum yoktu. Oysa insanların yarısının açlık, sefalet ve acı çektiği dünyada teknolojik gelişmelerin hayal gücünün sınırlarını zorlaması, gökdelenlerin göğü delmesi, uzayda yol alınabilmesi tarihin ilerlemesi sayılıyordu. Diğer yandan ilk çağları aratmayacak hatta ilk çağlarda yaşayan, içgüdülerinin tutsaklığından kurtulamayan insan davranışını mazur gösterecek kadar anlamsız ve acımasız bir şiddet dünyanın dört bir yanında çepeçevre sarmıştı insanları. İnsanlar bir diğerine hükmetmenin peşindeydi. İnsan olmak neydi ? Dünyaya gelen ilk canlı bile değilken üstelik, bu hoyratlığı, hükmetme güdüsü nereden geliyordu ? Oysa onun düşü, dünyayı şimdi ve gelecekte tüm insanlar için eşit, tek tek her insanın tüm insanlığın bir parçası olduğu bilinciyle yaşanan bir yer olarak görebilmekti. İnsana rağmen yapılmalıydı bu. Değişen düşüncelerinin yerini, tarihin, dünyanın dönerken yarattığı girdapta yüzeye tutunmaya çalışan insanların hikayeleri olduğu almıştı bir süredir. Aynı kabusu tekrar tekrar gören bir çocuğun anlattıklarıydı.
Çok defa karşı karşıya gelmişti ölümle daha önce. Atlattığı ölümlü trafik kazası, hemen bir adım gerisinde vurularak kanlar içinde yere düşen, birşeyler söylemeye çalışırken, gözlerinin içine bakarak kucağında ölen genç kadın, yaşama döndürmeye çalışırken kurtaramadığı hastalar. Şimdi kendisinin beklediği gibi ölümü bekleyen hastaları olmuştu. Bu insanlardaki ölüm korkusunu, yaşamdan kopmanın, yaşanmamışlıkların ve artık zamanın kalmayışının dayanılmazlığını maskeleyerek dışarı vuran yakınmalarını, korkularını, dert ettiklerini düşündü. Tüm bunlar ancak yaşandığı zamanlarda kısa süreliğine yaşamı ve ölümü sorgulatmıştı ona. Çünkü insanın ölen ya da acı çeken birini gördüğünde ilk düşündüğü şey neyse ki kendi başına gelmediğiydi. Engelleyemediği, engelleyemeyeceği bir iç güdüydü bu, insana ait, sanırım aklını yitirmemesi, yaşamaya devam edebilmesi için gerekliydi. Kendini rahatlatırken, insan eliyle gelen ölüme ve zulme güç veren bir iç güdü. İnsan nasıl bir canlıydı ? Düşünebiliyor muydu gerçekten ? Vicdan mıydı, sorumluluk duygusu mu bir yanını saran, diğer yandan önceliği kimseye bırakmayan ?
Ülkesinin yitik coğrafyalarında yaptığı araştırmalarla şehrine döndüğünde annesine, beni affedin, çok acı var, dayanamıyorum yazılı bir mektup bırakarak ölüme atlayan genç akademisyeni hatırlıyordu sık sık. Bir başkasının acısına dayanamayan birini hiç tanımamıştı. Yaşamı boyunca mücadele etmesine karşın ölümüne belki haftalar, belki günler kala ardında bırakacağı insanlığın, ülkesinin, tarihin hâlâ savaşlara, ölümlere, acıya mahkum oluşunun ve kendine açılan kapıyla arkasında ne olduğunu bilmediği bir sona geldiğinin korkusu katlanılabilirlikten uzaktı. Dünyadan ve yaşamdan vazgeçemiyordu.Yaşamak, sadece yaşamak, insana doğarken verilen tek haktı, ne kadar kullanabilirse.
Gün ışığına uyandığında yaşamanın neden bu kadar vazgeçilmez olduğunu düşündü bir kez daha. Evet tedaviyi reddetmişti ama daha fazla acı çekmemek içindi. Yaşayabilmeyi hayal ettiği ancak artık asla yaşayamayacağını bildiği hayattan kopmak ve teslim olmak zorunda kalmaktan duyduğu acıyı anlatabilmek, yazabilmek istedi. Var olduğunu, yaşadığını hatırlatmak istercesine. Yaşarken, yaşamak istediğim buydu denilen günlerin çokluğuyla iç sesinin sukuneti belirliyordu demek insanın ölümü nasıl karşılıyacağını. Mutlu geçirilebilen günlerin çokluğu. Oysa dünya bunca acının çekildiği bir yer haline geldiğinde insanın başkalarının acısını duymamayı, umursamamayı becerebilmesi, kendine küçücük bir dünya yaratıp mutlu olabilmesi mümkün müydü ?.
Sona Doğru – Emel Bayrak
Yorumlar: 1
Bir cevap yazın Cevabı iptal et
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal