İkizimi uğurladım. Yüreğime ekilen özlem çiçekleri sık sık sulandıkları için maalesef büyümekteler. Elimden ancak bu kadarı geliyor, ne yapabilirim? Çok az sözcükle anlaşabilmenin ne demek olduğunu ondan öğrendim. Anlaşıldığımızı hissettiğimizde, mutluluk filizlenmez mi benliğimizde? Dinleyen kendini bizim yerimize koyabildiğinde nasıl da güvenle sarılırız ona. Babamla konuşarak ve konuşmayarak paylaştıklarımız ruhumu hep yatıştırdı.
Ölümünden çok kısa bir süre önce yıllardır devam eden ilişkim sona erdi. Daha doğrusu, noktalanması gereken bir beraberliği sırtımda taşıdım. Gerçekler korna çaldığında kırmızı ışık göz bebeklerimize batar, yürürken bir anda durur, önce kendimize sonra ötekine bakarız ya… İşte o zaman kocaman bir nokta koymamız gerekebilir. Hele benim gibi evli biriyle birlikteyseniz, fırtınalarla mücadele etmişçesine yorulursunuz. Ya da benliğinizdeki tüm sorgu hâkimlerine yol verir, sadece anda kalmayı seçebilirsiniz. Dürüstçe itiraf edeyim, ikinci olasılığı tam anlamıyla başaramadım. Başaramadım ama tutku dağını aşmanın ne denli zor olduğunu da deneyimledim. Birbirine akması gereken enerjilerin akışı kesilemiyormuş. Annemle babama bu konuyla ilgili hiçbir şey söylemedim. O kuşağa yaşadıklarımın ters gelebileceğini düşündüm. Sadakat onlar için genellikle kutsal kitaplarda yazılmış bir kural. Böyle olmasına rağmen babamla aramızda sezgisel, sıra dışı bir paylaşım vardı. Anlaşılması zor bir durum. Olan biteni görüyor gibiydi. Onay vermeden bir ilişkiye saygı göstermek bu olsa gerek… Meselâ kafamda soru işaretleri sallandığında öyle ilginç yanıtlar sunuyordu ki… Payıma düşen ünlemler kondurmaktı. Her şeyi nasıl bu kadar doğru öngörebiliyordu?.. Bu ilişkiyi bitirmemde etkisi çoktu. Sonrasında çektiğim sancılarda ağrı kesicim olmuştu âdeta.
Bir gün ailece sohbet ederken uzaklara, çok uzaklara demir attım. Babam, güm diye kapıyı kapatırcasına, “Siktir et! Düşünmeye değer yeni bir şeyler olursa düşün!” demez mi… Kanımın donduğunu hissettim. Bir ona, bir bana baktı annem, hiçbir şey sormadı. Söylenmeyeni duyabilmenin bir hüner olduğunu o gün daha iyi anladım.
Onu kaybedişimizin ikinci ayında annem giyeceklerini bir hayır kurumuna vermemiz gerektiğini söyleyince itiraz ettim. Ona ait ne varsa bizimle kalmalıydı ama içime sinmese de aslında doğru olan buydu. Ölüm hariç, her şeyi deneyimleyebiliriz, öyle değil mi? Geride kalanlarla yaşam devam ettiğine göre bir yerden başlamalıydık.
Bu sabah annem etajerin çekmecelerini boşaltmaya başladı. Ben de gardıroptaki takım elbiseleri okşayarak yatağın üstüne koydum. Bir an göz göze geldik. Gözyaşlarımızı saklamadan birbirimize sarıldık. Belki artık daha açık olmaya ikimizin de ihtiyacı vardı. Sonra tekrar işe koyulduk. Babamın çok sevdiği gri takım elbisesini askıdan çıkardığımda küçücük beyaz bir kâğıt gözüme ilişti. Piramit mi desem yoksa Bermuda Şeytan Üçgeni mi? Ceketin iç cebinde unutulmuş o gizemli, ışıltılı üçgeni çekince, rengi biraz sarıya dönmüş bir mektup avucuma düşüverdi.
Tam ağzımı kocaman açıp anneme, bak, burada ne buldum diyecekken ilk sözcüğü gördüm. “Sevgilim…” Ağzımı bir daha hiç açmamacasına kapadım. Çene kemiklerimin gıcırdadığını hissediyordum.
“Neyin var?”
Annemin sorusuyla dünyaya geri döndüm.
“Yok, bir şey.”
Alelacele kâğıdı diğer takım elbiselerden birinin cebine atıverdim.
“Sende bir tuhaflık var!”
“İçinde bulunduğum durum pek eğlenceli değil, anne.”
“Neden sinirlisin?”
“Sana öyle geliyor.”
“Baban da öyle derdi. Gün geçtikçe ona daha çok benziyorsun.”
Sevgili armağanımı cebime koydum. Heyecanlıydım… Kendimi yepyeni bir kıtayı keşfetmeye hazırlanıyor gibi hissediyordum. İşlerimizi yoluna koyduktan sonra yangından kaçarcasına soluğu sahilde aldım.
Ellerim hafifçe titriyor. Mektup babamın, evet babamın sevgilisinden. Ne garip sözcükler… “Babamın sevgilisi!” Beş yıl öncesinin tarihi üstünde. “… Yuvandan kopamıyorsun diye sana kızamıyorum çünkü seni kendimden çok seviyorum.”
Son satırda gözlerimden yaşlar boşanıyor. Geçmişimle geleceğim arasındaki köprüdeyim. Karmakarışığım. Bir yanım o kadını çok merak ediyor. Diğer yanım annem… Öteki yanımsa babam… Buruk bir gülümsemeyle gökyüzünden bana bakıyor. Canım babam, beni kendimle yüzleştirebilirdi. Yapmadı ya da yapamadı… Bir sürü, bir sürü yanım oradan buradan çekiştiriyor beni. Dingin bir denizde yüzmeye ihtiyacım var.
Kendime daha özenli, daha şefkatli davranmalıyım. Denizi içime çekiyorum. Yosunlar yargısız bütünde uyumla salınıyorlar. Ben de…
Bir cevap yazın