Üşenmedim, sözlüğe baktım. Türk Dil Derneği “tarih” i şöyle tanımlıyor: Toplumları, ulusları, kuruluşları etkileyen eylemlerden doğan, olayları yer ve zaman göstererek anlatan; bu olaylar arasındaki nedensel ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her ulusun kurduğu uygarlıkları, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim.
Böyle okuyunca tarih sözcüğünün içinin dolması için sanki büyük olaylar, eylemler olagelmesi gerekiyormuş gibi bir sonuç çıkıyor ortaya. Ben aslında her yaşamın bir tarih yazdığına inanırım, kişi doğduğunda onun kişisel tarihi başlar, öldüğünde onun için biter. Hatırlandıkça onu tanıyanlar için bir süre daha devam eder. Hatırlayanların kişisel tarihi bitince hatırlananların ki tamamıyla sona erer. Yani tarih dediğimiz kavram iç içe geçmiş yaşamlardan oluşan kolektif bir bütündür ve bir sarmal gibi sona erdikçe devam eder. Büyük olay ve eylemler yazılır belki ama bu kolektif bütünde, kişinin kendisini etkileyen ve not düşülmemiş nice olay ve eylemler vardır.
Kendi kişisel tarihimi de işte böyle usul usul yaşarken birdenbire dünya tarihine not düşülecek büyük bir olayın içine düşüverdim, hepimiz gibi. Küresel çaplı bu salgın hastalık her birimizin kişisel tarihini değiştirdi. Sarmal tersine dönmeye başladı, kendi bireysel dünyalarımız da. Filmlerde izlemişiz, kitaplarda okumuşuz, belki biraz başkalarının hayatlarında da dinlemişiz. Hep seyirci, okur ya da dinleyici olmuşuz. Meğer bu ne kolaymış. Hiç hazır olmadığımız bir anda, çok aniden, güm diye o izlediklerimizin, okuduklarımızın, dinlediklerimizin tam içine düşünce ezberlerimiz şaştı, yönümüzü kaybettik. Evlere kapandık. Önce günlerle başladı, günler haftalara döndü, haftalar aylara, aylar mevsimlere evrildi. Yıkamaya başladık, ellerimizi, giysilerimizi, ayakkabılarımızı, paraları,
konserveleri, peynir paketlerini, süt şişelerini. Uzak durmaya başladık, sokaktan, işlerimizden, güçlerimizden, okullardan, sevdiklerimizden, sevmediklerimizden hatta kendimizden. Takip etmeye başladık, hastalığa yakalananları, ölü sayısını, yoğun bakımdakileri, solunum cihazına bağlananları, iyileşenleri ama sonra yine ölü sayısını.
Yukarıdaki tanımda olayların, önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarından söz ediliyor. İşte galiba tarih tam da burada yazılmaya başlanıyor. Yolumuz şaştı evet! Ama yeni yollar bulmak, yönler belirlemek için hemen şimdi, tam da bu anda durup şöyle bir iyice düşünmek gerekmiyor mu? Belki gerçekler de içeren komplo teorilerini bir kenara bırakıp bu hastalığın nedenlerini, kendimizi de katarak bir aklımıza getirsek?
Çok tüketiyorduk evet, havayı, suyu, çiçeği, böceği, tüm doğal kaynakları, birbirimizi. Şimdi bir silkelenelim. Ne değişti?
Hâlâ çok alıyoruz mesela. Marketler yağmalanıyor, alışveriş merkezlerinde daha açıldıkları gün kuyruklar oluyor. Sanal alışveriş siteleri ihtiyaçtan çok egolara, yalnızlıklara, sıkıntılara hizmet ediyor. Çok yiyoruz mesela. Sağlıklı yaşamak için değil de oral haz için, zaman geçirmek için, oyalanmak için, sıkıntımızı yok etmek için.
Kendimizle kalamıyoruz mesela. Bireysel alışkanlıklarımızla yüzleştik ve çok da verimli alışkanlıklarımız olmadığını görüverdik. Kendimizle zaman geçiremiyoruz. İş güç gibi bir itici güç olmayınca ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Çok sevdiğimizi iddia ettiğimiz çocuklarımızla zaman geçmek bilmiyor, âşık olduğumuz eşlerimizle iki çift lafı sohbete döndüremiyoruz.
Televizyon ekranlarında mavi fonlu çizelgelerde, büyüklerimizin ajansı takip etmesi gibi ölü sayısını takip ediyoruz. Artarsa tabii ki üzülüyor, azalırsa tabii ki seviniyoruz. Sonra bugünkü sayı bugünkü hafızamızın derinliklerinde kaybolup gidiyor.
Salgın denilen yılan hepimizin etrafında sürünüyor ama biz sadece kendi küçük dünyamızı korumaya çalışıyor, kapı altlarına bez tıkayıp yılan kaçırma dualarına çıkıyoruz. “Tarihe Yön Verenler” diye bir tanımlama var, hatta bu başlıkla kitaplar yazılmış, filmler çekilmiş. Var gerçekten, iyi olanlarını ele alırsak şahane insanlar. Çok çalışmış, çok uğraşmış, asla pes etmemiş, iyilik için kendi kişisel hayatlarında çok şeyden fedakârlık yapmış insanlar.
Bazı şeylerden vazgeçilmeden iyiye ulaşılmıyor işte.
Ne zaman ki market rafındaki o son paket makarnayı da satın almayacağız, o ikinci dilim ekmeği yemeyeceğiz, ürünümüzü geç getirdi diye kuryeyi azarlamayacağız, kendi işimizi sağlama almışken kepenk kapatan esnafın çoluğunu çocuğunu da düşüneceğiz, iyice ısınan havalarda kapı önüne bir kap su koyup kedi köpeğin, börtü böceğin sebeplenmesini sağlayacağız, askıya et ekmek fatura asacağız, virüsü savsın diye suya deterjan boca etmeyeceğiz, eşimizle çocuğumuzla sevdiklerimizle geçirdiğimiz zamanı sonsuz sanmayacağız, kendimizle kalabileceğiz, ağız burunlarımızı maskelerken gözlerimizdeki maskeleri indireceğiz, ölü sayısını biten kişisel tarihler ve ateş düşen evler olarak da okuyacağız, hastalık başka ülkelere yayılırken oh oh bizde azalıyor demeyeceğiz, iyiliği sadece kendi bedenimiz, ailemiz, ülkemiz için değil, kağıt üzerindeki sınırları zihnimizde kaldırarak tüm dünya canlıları için isteyeceğiz, işte o zaman önce biz sonra da dünya değişecek. Biz de kendi kişisel tarihlerimizden yola çıkarak dünya tarihine not düşmüş olacağız.
Öyle “Hem somunum bütün, hem karnım tok olsun!” bir dünya yok. Hiç olmamış ama hep var zannedilmiş. Evren kelebek etkisiyle işliyor. Biz burada kanat çırparsak belki de Atacama çölüne yağmur yağacak. Bunu hiç bilmeyeceğiz ama o yağmurun tatlı esintisi buralara kadar gelecek, bize nefes olacak.
Tarihi yazmaya önce kendimizden başlamamız gerekiyor, hâlâ ne duruyoruz!
Bir cevap yazın