Kimseyle konuşmuyordum. Arabamda öylece kabak çekirdeği çitleyip bira içiyordum.
Günlerden pazartesi olduğunu sanıyordum. Oysaki günlerden çarşamba olduğunu bir ara
merak edip cep telefonumdan öğrendiğimde buna hiç şaşırmamış, kendime yine acımak için
bir neden bulmuş biri olarak, matah bir keşifte bulunmuş gibi neredeyse sevinecek olmuştum.
Sonra da toparlayıp ‘’Sen ne yapıyorsun bilader’’ deyip kendimi kendimle kardeş görmüştüm.
İki ihtimal söz konusuydu benim için bu durumda. Ya mutluluktan çıldırıyor, birbiri ardına
geçen günleri takip edemiyordum, ya da günleri şaşıracak kadar kendini bilemez bir halde;
meçhul x noktasından, kuş uçmaz, kervan geçmez y noktasına öylece savruluyordum. Tarih,
otuz ekim çarşambaydı. Saat, okul çocukları için yatma vakti dışında bir şey ifade etmiyor
gibi görünse de, benim için hiç te sandığınız gibi değildi. Park ettiğim ara sokakta kendimi
tanrı ilan edercesine apartman dairelerine sevgiyle bakıyor, onların saadetlerini, kendi çirkin
talihime bağlayarak sadistçe gurur duyuyordum. Ayrıca söylemeden edemeyeceğim
‘’Ceketimi satar seni okuturum’’ diyen bir babanın o ceketi satın alan garibanın iç dünyasına
girecek kadar da detaycı ve kuvvetli hissediyordum o gece. Şimdiye dek hiç bir canlıya zarar
vermemiş biri olarak bir teselli peşine düşmüştüm. İslâmî dini vecibelerden olan kurban
mevsiminde, vaktiyle birçok hayvanın ölümüne ön ayak olmuş isem de, hiç bir zaman eline
bıçak alıp tanrıdan daha fazla sevap alma gayesi ile zavallı bir masumu gırtlaklama hevesine
düşmemiştim. Bu zılgıt fikir aklımda itibar gördüğünde, zihnimde bir görüntü peyda olmuştu.
Kendimi, sokak lambası ışığında parlayan kasaturanın dananın gözüne seken ışığında, bir
oyunda, tiyatroda, çıkmaz bir sokağın sonunda görüyordum. Ama ortada ne kan vardı ne de
yitip giden bir can. Bu züğürt felsefe, koca kafası altında taşıdığım tanımlanabilir kütlenin iyi
bir insan olduğu yalanını ısrarla yine malum aynı kütleye dikte etmeye çalışıyordu. Ortalama
insan hayatında yirmi beş bin gün vardı. Bu hesaba, günün adını bana söyleyen cep
telefonumun hesap makinasından, yetmiş rakamını üç yüz altmış beş rakamıyla çarparak ve
de küsuratı cömertçe atarak ulaşmıştım. Bu durum, X noktasından y noktasına kendiliğinden
istemsiz savrulmak gibi sayılmazdı. Bir bilinç, matematik, teknoloji ve esaslısından sağlam,
dirayetli parmakları gerektirirdi. Hepsi de vardı o akşam çok şükür. Peki ya olmasa?
Parmaklar falan, matematik, çekik gözlüler… Buğday ekerdik bizde. Cevap hemen hazır.
Önce ekmek. Bir müddet ekmekle yürümüş olmalı bu işler, sonra köfte ekmeğe kadar uzanan
süreçte; halde hazırda, çağımızda, günümüzde yahu yani 21.yüzyılda olanlar malum değil mi?
Ekmek arası köfte için onca heba olan hayatlar aklıma düşmüştü. Böylesine entelektüel
düşünceler arasında iki nokta arasında gidip gelen, hiç de yabana atılır cinsten olmayan beyin
fırtınamın arasına ne girdi biliyor musunuz? Devriye Polis arabası. Neyse ki sadece yanımdan
geçip gittiler.
Türk İşi Felsefe -Murat Gökhan Gökdemir
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
Bir cevap yazın