Özgürlüğü kondurdum saçlarının teline
Rüzgarda savrulan sonbahar yapraklarına
Seni fısıldadı rüzgar inceden inceye
………………………………………….
Şairin içinden geçenleri bir anlayabilseydim seni anlamak daha kolay olacaktı benim için.
Üzgünüm. Hem de çok. Seni tekrar görebilmek için yanıp tutuşurken artık dönmemek üzere gittiğini
kabullenmek zor geliyor bana. Kabullenemiyorum gidişini dönüşü olmayan ülkeye. Ama yoksun.
Yok… Bir fısıltıydı yaşam kelebeklerin kanadında. İnce bir çizgiydi yaşam seninle benim arama
konmuş. Bir çizgi, bir nokta, üç nokta…”
Başını çevirerek pencereden dışarı baktı. “ Keşke karşımda deniz manzarası olsaydı” dedi iç
çekerek. Canı sıkılmıştı. Ne güzel her şey yolunda gidiyordu. Yazın dünyasına geri dönmüştü. Şimdi
tek eksik olan deniz manzarası mıydı ? Mavi beyaz gözlü yarim olsa bana denizleri getirirdi, diye
düşündü. İçi acımıştı. Kendini yorgun hissetti. Başını koltuğa yaslayarak gözlerini kapattı. Hiçbir şey
düşünmek istemiyordu. Telefonun çalmasıyla gözlerini zor zahmet araladı ve telefonu açtı.
-Efendim.
- Leylacığım, ben Yeliz. Sana önemli bir haberim var. Hemen yanına geliyorum. Çayı ocağa
koy. Öptüm.
-………..?
Öylece kalakaldı elinde telefonun ahizesi. İsteksizce mutfağa gidip çay suyu koydu. Neydi
acaba bu kadar önemli haber diye düşünmeden de edemedi. Yeliz un helvasını çok sever, hemen bir
helva yapmalı canım arkadaşıma, diyerek çaya arkadaşlık edecek dostu ayarlamış oldu. Üzerini
havluyla örttü. Hem sıcak kalacaktı, hem de kıvamını bulacaktı helva, tıpkı düşünceleri gibi. “ Yeliz’i
apar topar bana getiren neydi ?” sorusu aklını kurcalıyordu Leyla’nın. Kapının zili çalmaya başladı.
Gelen Yeliz’di.
-Hoş geldin canım. Nasılsın?
-İyiyim fıstık. Sana müthiş bir haberim var. Müjdemi isterim vallahi.
-Çok merak ettim doğrusu bu haberini. Hadi geç içeri. Çaylarımızı içerken anlatırsın bana.
-Tamam fıstık. Hadi koy bakalım çayları. İnce belli bardakta olsun. İncesaz’dan bir parça
açayım ben de.
Leyla çayları tepsiye koydu. Küçük tatlı tabaklarına helvaları koyup üzerine tarçın ilave etti.
Salona geldiğinde Yeliz fiskos köşesindeki koltuğuna oturmuş müzik dinliyordu.
-Bu müziği çok seviyorum Leyla. Bana hep gençlik günlerimizi hatırlatıyor. Seninle yapmış
olduğumuz çılgınlıkları, gezmeleri, köşe başlarında oturup gelen geçen arabaları sayışlarımızı…
-Buyur canım, çayın. Bu da tatlılarımız.
-Ne o fıstık. Biri mi öldü?
-Yok Yelizcim. Alel acele bunu yapabildim. İstersen patates salatası da var. Sana ondan
vereyim. Çaylarımız bizim gibi yalnız kalmasın istedim. Fena mı etmişim?
- Hayır canım, ellerine sağlık. Çok güzel olmuş. Kıvamını da tutturmuşsun. Yazıların gibi
olmuş canım. Sana haberim de yazılarınla ilgili. Sıkı dur şimdi! “ dedi çocuksu heyecanıyla Yeliz.
Leyla merakından ölmeyecekti ama biraz olsun heyecanlanmıştı. “ Bu sabah vapurda biriyle tanıştım.
Adı Deniz. Yayıncı olduğunu söyleyince hemen kartını istedim. Senden ve yazılarından bahsettim. O
güzelim kısa öykülerini ve şiirlerini bir türlü yayınlatmadığını anlattım. Ayrıca “Arkadaşım utanır,
çekinir. Yazılarını size getirsem ilgilenir misiniz? dedim. Elbette, dedi o da. Hiç beklemiyordum
doğrusu böyle bir cevap vereceğini. Tamam o zaman, dedim büyük bir sevinçle. Çok heyecanlandım
biliyor musun Leyla. Artık senin de yayınlanmış bir kitabın olacak.
Yeliz o kadar heyecanlı anlatmıştı ki olanları, Leyla şaşkınlığından ne diyeceğini bilemedi.
Kendini toparlayarak isteksiz görünmeye çalıştı.
-Ah Yelizciğim, neden böyle bir şey yaptın ki. Ben hazır değilim henüz yazdıklarımı
paylaşmaya. Ama yine de teşekkür ederim.
-Bak şimdi! Benim heyecanımı da alıp götürdün fıstık. Neden öyle söylüyorsun? O kadar
güzel yazıyorsun ki. Bunun sen de farkındasın. Yayınlama işini bana bırak ve bana güven. Sen
yazmaya devam et.
Düşüneyim Yeliz, bana zaman ver bu konuda” diyerek çayları tazelemek üzere mutfağa gitti
Leyla.
Leyla ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Mutfak onun kaçış noktasıydı. Çayları tazelerken
düşünebilirdi. Aslında fena olmazdı Leyla için. Yazın dünyasında onun da eserleri yer alabilirdi
pekala. Neden olmasındı. Çayları alıp Yeliz’in yanına gitti Leyla.
-Sence beğenilir mi yazılarım Yeliz? Çok korkuyorum. Aslında korkmak da değil benimkisi.
Beğenilmemekten, okunmamaktan çekiniyorum. Ya da bunu kendime itiraf edemem diye
düşünüyorum.
Leyla içinden geçenleri öylece söyleyiverdi. Kendine bile söyleyemediği şeyleri Yeliz’e
açıkça itiraf edivermişti. Yanakları yanmaya başladı. Söylediklerinden kendisi de utanmıştı sanki. Ne
gereği vardı böyle kızarmanın sanki.
Yeliz arkadaşının daha fazla mahçup olmasına dayanamadı. “Biliyorum canım. Beğenilmemek
hoş bir durum değil. Ama sen o kadar etkileyici yazıyorsun ki anlatamam. Ruhunun incelikleri
yazılarında satır satır geziniyor. Okuyuculara, beni okuyun kendinizi bulun, diyor adeta. Daha nasıl
söylesem bilmem ki Leylacığım. Bence dene. Kaybedecek bir şeyin yok. Ama kazanacağın bir yazın
dünyası var unutma.” diyerek arkadaşını cesaretlendirmeye çalıştı.
Leyla kararsız kalmıştı. Karasızlık. Hiç sevmediği bir sözcüktü oysa. Çekincesi çıplak
kalmaktı. Kendini ve ruhunu başkalarına açmaktı. Buna dayanabilir miydi, asıl mesele buydu Leyla
için. Ama bir yerlerden başlamalıydı. Nereye kadar kendince yazacaktı? Madem yayınlamayacaktı
neden yazıyordu o zaman? Sorular beyninin her bir hücresinde cirit atıyordu. Artık oyuna son
vermeliydi…
-Helva nasıl olmuş canım, beğendin mi?
-Çok güzel olmuş, tıpkı yazıların gibi.
- Ben çayları tazeleyeyim, diyerek çay bardaklarını tepsiye koydu ve mutfağa gitti Leyla.
Yeliz, durumu anlamıştı.” Ben de sana yardım edeyim canım. Bu çayları tazelemek zor iştir bilirim”
dedi. İki arkadaş, iki dost mutfakta … Çay tazeliyor. “Ne çaymış ama bu” dedi Yeliz birden. Bırak
çayı mayı da söyle bana. Evet mi? Ne diyorsun. Leyla köşeye sıkışmış olduğunu kabul ederek
“Tamam” deyiverdi. Rahatlamıştı. Ne kadar da güzelmiş. Sanki üstünden bir yük kalkmış gibiydi.
“ Hah, işte şöyle. Amma da nazlandın Leylacığım ya…” diyerek arkadaşına sarıldı, öptü. Sen her
şeyi bana bırak.
Ben kitabın adını bile düşündüm:” Üç renk, Üç Kadın ve Bir Şiir”