Kapalı gözlerinden süzülen gözyaşlarının taşıdığı yalnızlık hissi
Yaşlı bedenini, anımsadığı düzmece yollarda geziye çıkarır
İstemsizce son kez hareket ettirdiği kolları ve bacakları
Buruşturduğu yüzünün derinliğinde pandomim icra ettirir
Karanlık odada, akşam vakti sessiz televizyondan yayılan cılız ışık
Sabah ışıklarını arayan iniltilerinin arasında, yanılsamalar yaratır
Ansızın boşalan terlerin soğuk ellerini tutan kıpırdak sinestezi
Solan çehrenin güzelliğine, ansızın değişen farklı çiçek bahçeleri çizer
Cevapsız kalan konuşmalarıma karşılık aralanan parlak gözler
Ruhlarımızı, varoluşsal bir tartışmanın içine, sarsarak sürükler
Beni ona, onu da bana çeviren iadesiz tanımsız zaman nehri
İlk nefesimde beni kucaklayan onu, son nefesini vermeye zorlar
Odanın açtığım ampulü altında, tek tek kendini kapatan hücreler
Gittikçe düzensizleşen nefes deposunu, durmuş zamanda boşa harcar
Delice uçuşan birçok düşünce arasında ezip bıraktığım göğüs kemiği
Yapılanların asla yetmeyeceğini, yüzüme gülümseyerek haykırır
Yeni kestirdiği saçlarının beyazlığına takılan buğulu büyümüş gözlerim
Huzurlu yüzünden aşağı düşerek, boynundaki kateterde asılı kalır
Boğulduğumu hissettiren ağlama nöbetleri ve derinden gelen sesler
Işıkları emen karanlığın gölgesinde bir gökkuşağı okyanusu oluşturur
Sarhoş kafamı gömerek sarılıp öptüğüm katı, buz gibi beden
Uzayda aheste aheste yüzen, gözyaşlarımı akıttığım bir göle dönüşür
Bir kaşık bile içilmemiş masanın kenarındaki çorbanın soğukluğu
Baş başa durduğumuz veda somyasında, bana bakışındaki sıcaklıkla karışır
Sanrılara bulanmış odanın kenarındaki solmaya başlayan menekşeler
Kanepeye ulaşabilmek için bulundukları saksıdaki köklerini sökmeye çalışır
Titrek bir sessizlik içinde homurdanan ve renkleri canlanan eşyalar
Bizi öpüp, saçımızı okşayan bir ayrılık şarkısını uykusundan uyandırır
Bir cevap yazın