Hediye edildim ben.
Sürpriz bir hediye değildim gerçi, babası kadına fikrini sordu beni satın alırken. Rengime, cinsime kadın karar verdi. Göz alıcı çizgililer, neşeli benekliler arasından beni seçince çok mutlu oldum. Pencereden vuran güneş ışığının da yardımıyla daha da kırmızıya çaldım, biraz utançtan ama daha çok mutluluktan. Sürpriz olsun olmasın, hediyeler genelde alanı sevindirir. Kadına bakınca ben de onu sevindirdiğimi anladım ve bu bana daha da mutluluk verdi.
Eve gönderilinceye kadar biraz beklemek zorunda kaldım ama bu kadar durmuştum, biraz daha durmamın hiç sakıncası yoktu. Sabırla bekleyip keyifle ışıldadığımızda güzel bir eve kavuşma şansımızın yüksek olduğunu diğerlerinden öğrenmiştim. Hem de yeni bir eve gidecektim, kadınla babası aralarında konuşurlarken duymuştum, daha ne olsun.
Diğerleri tarafından gıptayla uğurlandım. Bunu biliyordum çünkü gidenleri ben de daha önce hep aynı duyguyla uğurlamıştım. Bazıları takım halinde gidiyorlardı. Ne güzel diyordum içimden, gittikleri yerde de beraber olacaklar, hiç ayrılmayacaklar. Ama ben yalnızdım, hiç kardeşim yoktu. Hepsiyle vedalaştım, artık birbirimizi hiç göremeyecektik.
Evde sevinçle karşılandım. Kadın ve adam mutlulukla başımı okşadılar ve inanmayacaksınız ama bana bir oda verdiler. Böyle olabileceğini hiç bilmiyordum. Gittiğimiz evlerde nelerle karşılaşacağımızı bilemeyiz biz. Gidenler de dönmediği için onların hikâyelerini dinleme şansımız hiç olmamıştır. Hayal etmekten başka seçeneğimiz yoktur ama bu durum hayallerimin ötesindeydi. Pencerenin önüne kuruldum hemen.
Önceleri iki kişiydiler ama bir süre sonra bir de bebek katıldı aralarına. Çok mutlu görünüyorlardı, tabii ben de öyle.
Bazen yanımda uyutuyorlardı. Siz uyuyan bir bebeğin nefes alışındaki sessiz huzurun hafifliğini bilir misiniz? Ben de yeni öğrendim, nasıl rahatlatıcıymış meğer. Belim tutulsa bile uyanmasın diye hiç kıpırdamıyordum ve bu durumdan şikayetçi değildim. Gerçi bizim şikâyet etme lüksümüz yoktur, ne çıkarsa bahtımızadır ama bir bebekle uyumak da piyangodan çıkan büyük ikramiyeye eş değerdir ki biz amortiye bile razıyızdır.
Çoğunlukla kadın, bazen adam da katılıyordu bebeğin uykusuna. Kadın bebeğe, adam kadına, ben hepsine sarılıyordum. Adamın horlamalarına kulağımı tıkıyor ve anın tadını çıkarıyordum. Anlar önemlidir ve bizim anlarımız sayılıdır.
Bebekler, çocuklar favorimdi ama bazen başkaları da geliyordu yanıma. Kadınla adamın misafirleri; başka kadınlar, adamlar, yaşlılar, gençler. Ve hemen hepsi uyudukları gecenin sabahında benim yanımda ne kadar rahat ettiklerinden söz ediyorlardı. Bunları duydukça hissettiğim mutluluğu sizlere anlatamam.
Ama yıllar çabuk geçti, bebek büyüdü, önce çocuk oldu, sonra da genç olup odasına kapandı. Kadının her seferinde mutlaka yanıma gelip hatırımı soran güler yüzlü babasını artık hiç görmemeye başladım. Hakkını verelim ki kadın bana hep çok iyi baktı, düzenli olarak temizledi, sırtımı rengarenk yastıklarla destekledi. Güneş beni rahatsız etmesin diye sıcak yaz günlerinde panjurları kapadı, geceleri hava alayım diye pencereleri araladı.
Dedim ya, sizin bir yılınız bizim üç belki beş yılımıza denk. Artık yaşlanmaya başladığımı bel ağrılarımdan anladım, o yumuşacık yastıkların da faydası olmuyordu. Zayıfladım, küçüldüm. Misafir çocuklar üzerime tırmanacaklar diye ödüm kopuyordu, hiç istemesem de herkes tarafından duyulan çığlıklar atmaya başlamıştım.
Sonra anladım, öbür odalarda konuştular ama duydum. Kendimi bir süredir bu kaçınılmaz sona hazırlıyordum. Yapacak bir şey yoktu. Ne mutlu bana ki çabuk sıkılmamışlardı benden, değiştirmeye çalışmamışlar, olduğum gibi kabul edip çok iyi bakmışlardı, o bebek uykularının huzurunu ve destek yastıkların yumuşaklığını hiç unutmayacağım.
Yeni gelene yer açmaları gerekiyormuş, beni ne yapacaklarını konuştular hüzünlü gözlerle. Bir yerlere bağışlayıp bağışlayamayacaklarını tartıştılar ama artık kullanılmaya devam edilemeyecek kadar eskiydim. Bunu duyduğuma inanın sevindim, benim de artık devam edecek gücüm kalmamıştı, üstelik gönderileceğim yerde destek yastıklarının da garantisi yoktu. Gün ışığı görmeyen, penceresiz bir bodrum katına da atılabilirdim.
Bulutlu bir sabah yeni çekyatı getirdiler, gencecik, nasıl da hevesli. Beni kaldırıp yanından geçirirlerken “Şanslısın!” diye fısıldadım usulcacık. Bu evde güzel bir ömrün olacak. Ben artık soluk kırmızıydım, o parlak kırmızı ama yine kırmızı. Demek ki hayatlarında bir iz bırakmışım da o izi devam ettirmeye çalışıyorlardı.
Tam kapıdan çıkarılacakken “Bir dakika” diye seslendi kadın. Yavaşça sırtıma dokundu, hoşça kal, dedi, her şey için teşekkür ediyoruz. Böyle uğurlanmak her koltuğa nasip olmaz. Benim için zevkti, dedim alçak sesle. Anladı, biliyorum.
Asansöre sığamadığım için yıllar önce çıkarıldığım merdivenlerden oflaya puflaya indirildim. Sokağın köşesine bırakıldım hoyratça. Herkes o kadınla adam kadar nazik olamıyor işte. Kadın pencereden kafasını uzatıp seslendi, lütfen, dedi, lütfen biraz daha yavaş olun. Sonra telefonunu eline alıp o son halimin fotoğrafını çekti, o son tam halimin. Bir koltuğun karşılaşabileceği en güzel veda şeklidir bu, siz bilemezsiniz.
Az sonra branda kaplı kocaman el arabasını iterek yaşlı bir adam yanaştı yanıma. Şöyle alıcı gözüyle baktı, bir bıçak çıkardı cebinden. Solgun renkli kumaşımı bir cerrah ustalığıyla boydan boya kesti, süngerlerimi bir kenara ayırdı, hâlâ sağlam iskeletimi özenle çıkarıp arabasına yükledi. Oldukça hafiflemiştim artık, o yaşlı adama fazla yük olmayacaktım.
Biliyor musunuz, bir kenara ayrılmış süngerlerimin üzerinde sokak kedileri uyudu o gece.
Kedilerin uykuları da bebekler kadar hafif ve huzurluymuş meğer!
Bir cevap yazın