Kendine kızmak neye benziyor biliyor musun; Karanlık ve soğuk bir gecede, denizin orta yerinde, girdap az ötende. Bir tahta parçasına sarılmış bedeninin çoğu denizin derinine doğru çekilirken altında ne var ne yok bilmediğin bir çaresizlikle ve panikle aklında boğulmak varken, nefes almaya çalışmak. Telaşlandıkça daha da zayıf ve zor nefesler almak gibi.
Kendine şefkat göstermek ise nedir biliyor musun?
Tutunduğun ve aslında seni suyun üzerinde tutmak yerine daha da çok yoran o tahta parçasından kendini azat edip, bir omuzunda korkun, diğer omuzunda umudunla kanatlanıp yükselerek bulutların Von Karman Vortex Street’ine varmak, renklerle sarınmak demek.
Elbette böyle bir tekamülün yolu da oldukça zahmetli:
Kendini sarabilmek dünyanın en zor gösterilen şefkati.
Neler olacak, neler…
Mesela, içindeki sen bin bir türlü bahaneyle acıdan kaçmaya çabalarken, onu gerekirse ölü taklidi yapıp, oyunla sakinleşip kalması gerekliliğine ikna edeceksin.
Salonun ortasında onu kendisine kendisini de ona çeken bir girdap varmış gibi yalnız hissettiğinde korkuyla ağlamalarını dinleyeceksin.
Gecenin üçünde sancıyla uyanıp, uykuya direndiğinde “geçecek” diye fısıldayacaksın.
Sabaha karşı yarım uykusuyla uyandığında güneşin sıcaklığını hatırlatacaksın.
Su bile içmek istemediğinde, hasta olmasın diye çorba yapıp içireceksin.
Gün ortasında üzgün bakışlarını sana dikip “ne zaman geçecek” diye soran gözlere, bin birinci kez sarılmaktan başka elinden başka hiçbir şey gelmeyecek.
Her türlü zehirden uzak kalsın diye nöbetler tutacaksın.
Ben senin için buradayım diye sayıklayacaksın.
Ve böyle güzel, böyle derin sevebiliyor olmasından dolayı kendi kendinin alnından öpeceksin.
Öz şefkat yazıldığı gibi kolay okunmuyor. Ancak bil ki, vardığın yerde bundan böyle başka bir şeye ihtiyacın kalmayacak.
İyi yolculuklar.