Kimi tatlar insanın damağına öyle bir yerleşir ki, onlardan uzak durmanız olası değildir. O tadın bağımlısı olur, yediğiniz her şeyde ondan bir parça ararsınız. Bulamazsanız ne karnınız doyar, ne de gönlünüz. Yarım kalırsınız, tamamlanamazsınız, hep aranırsınız. İşte benim için Yaşar Kemal okumak böyle bir tattır. Bağımlısı olduğum, beş duyumu ayrı ayrı besleyen bir tat. Onun kitaplarını okurken kendimi doğanın ortasında
buluveririm; doyasıya gördüğüm, kokladığım, dokunduğum, şarkısını dinlediğim ve gürül gürül akan sularını kana kana içtiğim doğanın.
Yaşar Kemal okurken yüz bin renkli çiçek olurum Anadolu’nun yaylalarında. Onun insanları gibi giyinir, Çukurova’nın uçsuz bucaksızlığında salınırım. Kitabın sayfalarından süzülüp dağ bayır gezerim. Susuzluğum diner. Anadolu’nun serin ırmaklarına değince dudaklarım, dumanlı dağlarıyla hayallenir, çiçeği, ağacı, kuşu, arısı; alı, moru, yeşili ile gönenirim.
Soğuk bir kış gecesinin ayazında, sıcak çayın tadını ve kokusunu hissederim iliklerimde. Bulgur pilavının üstüne dökülen kızgın yağın “cosss”lamasını duyar, kabarcıklarıyla iştahlanır, kokusuyla dellenirim. Yaşar Kemal okurken inatçı bir direnç hisseder, sarp bir kayayı tırmanan Meryemce olurum, başını kızdıran güneşe aldırmayan ya da İnce Memed beni kaldırsın isterim dağa, Çakırcalı Efe’nin kaya dibindeki sofrasına kurulurum korkusuzca, soğan ekmeği efsanelere katık ederim.
Geçmişi karışık, korkaklıkla dostluk arasında gidip gelen Koca Halil olur, bir yandan linç edilmekten diğer yandan öldürülecek kadar ciddiye alınmamaktan korkarım. Gençliğimde döngeleyi haber vermedeki isabetimle köylünün itibarını kazanırken, yaşım ilerledikçe gördüğümü ve bildiğimi görmezden, bilmezden gelirim; yaşlandığımda göçe almayıp köyde yalnız bırakacaklarından korktuğum için.
Kimi zaman da Kör Abdal Zeyki’nin bağlamasını alıp elime, kanadı kırık turnaya türküler söylerim. Sonra bir mucize olur, açılıverir gözlerim; turna uçar gider, ben kalırım. Ya da Florya’da, çocukların yakaladığı kuşları satın alıp azat buzat bırakırım İstanbul’un mavi göğüne. Kiliselerin, havraların, camilerin önünden.
Yaşar Kemal okurken, Anavarza kayaları gibi başı dumanlı bir dağ olmak isterim. O kayalıklarda talan edilen kuş yuvalarından yerlere saçılan yavruların son çırpınışlarıyla içim ürperir ama kızamam Hasan’a. Yılanlar gelir gözlerimin önüne, insan kılığına girmiş yılanlar. Etrafını çevirdikleri Esme’yi korkutmak için tıslayan, onun küçücük ve sevgi dolu oğlunu zehirlemek için çevresinde dönen yılanlar. Sokağa çıksam peşime düşeceklerimden korkarım. Oysa Esme korkusuz, dimdik durur. Yerden bir taş, bir taş daha alıp kafalarını ezesim gelir, hınçlanırım okuduğumun bir roman olduğunu bile bile.
Yaşar Kemal’i okurken çiçeğe durur dallarım, bahar bahar tazelenirim. Duyarım, görürüm, işitirim, dokunurum, tıka basa doyarım. Direncim artar, yüreğim güçlenir, yolumdan asla dönmem, kafama koyduğumu yaparım.
Yaşar Kemali okurken ben, ben olmaktan çıkarım.
Münire Çalışkan Tuğ
Bir cevap yazın