Son günlerdeki dalgınlığına bir anlam veremiyordu. Düşünceleri affetmekle affetmemek
arasındaki sıkışmışlıkta gidip geliyordu. Çaydanlıkları karıştırıp büyük olanı küçüğün üzerine
koyarken neden durmuyor diye içten içe kızıyordu.
Okuduğu kitabın ilerleyen sayfalarında farkında olmadan gelip durduğunda, kelimelerin boş
bakışlarıyla karşılaşıyor. Okuduğundan hiçbir şey anlamamış olduğunu görünce tekrar birkaç
sayfa geriye gidip yeniden okumaya başlıyor.
İstemsiz, kendiliğinden içine düştüğü düşünceler yine rahat vermeyince elinde okuduğu en
sevdiği kitap da olsa onu da bırakıp müziği açıyor ve kendini ona teslim etmeye çalışıyordu.
En sevdiği piyano resitalleri eşliğinde, yaşadıklarını göz ucuyla dizgeden geçirmeye çalışırken
yüreğindeki sorgulara kaldığı yerden devam ediyordu. Böylesi daha rahattı, en azından ne
yaparsa yapsın hep dönüp dolaşıp bu noktaya geleceğini ve günlerdir çektiği sancılardan
kurtuluş olmadığını artık biliyordu.
Adresi silinmiş duraklara bir daha geri dönmeyeceğim, diye iç geçirip kendiyle sözleşmesini
yeniliyordu. Beklemenin sıradan bir hikâyeye dönüştüğü, şiirin bile çare olamadığı bu son
dönemeçlerde göz ucuyla bile bakmıyordu kayıp giden zamanın ardından.
Her zamanki yordamaları, sorgulamaları kendi kendine tekrar tekrar yaparken zihninden
geçirdiği resimler dönüp dolaşıp tek bir noktada asılı kalıyordu. O fotoğraf orada durduğu
sürece, yaşadığı hikâyelerin hiçbirini doğru bir dizgiye geçiremeyecek, yaşadıklarının gerçek
anlamlarıyla buluşamayacaktı. Bunu çaresizce algılamak zorunda kalmak canını daha çok
acıtıyordu.
Affetmek aslında her şeyin sıradanlaşması demek oluyordu. Umursamamak, bir kenara
bırakmak, artık etkisinden çıkmaktı. Ki en derinlerde o ağrı devam ederken, hiçbir şeyi bir
kenara bırakamayacağını, yüreğinin yasasının buna izin vermeyeceğini de çok iyi biliyordu.
Affetmediğindeyse çemberin gittikçe daraldığını, ağaçların bile gitgide daha çok rüzgâra
teslim olduğunu görüyordu. İçsel debelenmeler ve başıboş gözlerle dolanıp duruyordu kendi
dünyasında. Seviyor muydu bu halini? Gamsızlık mıydı kendinde kabul edemediği?
Sakinliğin korkusu muydu?
Ne zaman biraz sessiz, sakin ve kendi halinde kalsa yüreği, hep daha büyük bir depreme
uyanmıştı. Sallandıkça eşyalar, duvar, yer, resimler tek tek dökülmüş ve yeniden toparlamak
zorunda kalmıştı. Ve her defasında yeni baştan hislerini uyuşturmak için daha fazla çabalar
olmuştu. Nasıl zahmetliydi, her bir resmi tekrar yerine asarken acı kıskıvrak nasıl da yakalardı
göğsünü…
Bu esaretin kırılacak bir zinciri olmalıydı. Her sonun bir başlangıcı olduğu gibi girdiği bu
girdaptan çıkabilmesi için de bir son olmalıydı.
Gözlerinden, ellerinden, ruhundan kayıp giden zamanın çetelesini tutmak…
Ne zaman başladığını bilmediği bir alışkanlıkla yüreği her sıkıştığında yaptığı gibi o gün de
günlüğünün sayfalarını çevirmeye başladı. Okurken birden durduğu sayfa belki de bir yıldırım
çarpsa ancak bu kadar bir etki bırakabilirdi beyninde.
Orayı bir daha görmem gerekiyordu. Ayrılırken öyle aniden olmuştu ki her şey. Günler
geçtikçe içimde biriken sıkıntı daha çok rahatsız etmeye başlamıştı. Sanki bazı şeyleri yerine
koymadan, aldığım emanetleri teslim etmeden ve verdiğim sözleri yanlış yerlerde unutmuş
olmaktan doğan çok sıkıntı verici bir durumdu bu.
Ağaçlara bir sözüm vardı, onlara baktıkça dallarının rüzgârla çıkardığı seslere bile.
Ya o üzerinde yürümekten iyice belirginleşmiş incecik yolların boynunu bükmeleri, son kez
üzerlerinden geçerken.
Aslında her şey nasıl da çocukluğun ilk dönemleri gibi yalın, dupduru ve engin akan bir ırmak
coşkunluğundaydı.
Günlüğü okumaya devam ediyordu. Bazen yazılanlar yazıldıkları anları tarif etmeye çalışsalar
da daha sonraları okunduğunda dönemler birbirini bulup yaşananlar arasındaki bağı kurarak
tamamlayıcı oluyordu. Bazı fotoğrafları saklamak ister gibi kendini bildi bileli günlük tutardı.
Okumaya devam ederken son günlere denk düşen bir sayfaya geldiğinde asıl yürek sıkıntısı
nasıl da kendini ele veriyordu.
Ne zaman ki ona özensiz, gelişigüzel yaklaşmaya başladım, öylece kendiliğinden olmayan bir
şekilde her şey sıradanlaşmaya başladı. Farklılığın olmadığı yerde tekdüzelik kendini
gösterirdi. Artık farklı gelmiyordu. Onu da diğer insanlar gibi görmeye başlamıştım.
Yeni yeni mi böyle oluyordu yoksa aslında hep mi böyleydi de ben yakınlaştıkça daha mı iyi
tanıyordum? Oysa onun en sevdiğim özellikleri, farklı ve bağımsız olması değil miydi ?
İnsan kendinden bir parça bulduğu, ortaklıklarda çoğaldığı insanı mı sever daha çok? Yoksa
ona ilginç gelen, aslında kendinde olmasını isteyip de olmadıklarını onda gördüğü birini mi?
İki insanın aynı anda aynı şeyi duyumsaması ne kadar mümkün, diyor yazar. İki insan aynı
şeyi ancak severken duyumsar. O zaman da duyumsamazsa aşkın son bulduğu sınırların
başlangıcıdır artık. Budur aşk, aynı anda aynı şeyi duyumsamak. Anlayış ve birbiriyle
dolmanın ve var olmanın dayanılmaz mutluluğu, erinç. Beklenen ve bitmesi istenmeyen en
tepe noktanın göz alıcılığı kadar vazgeçilemezliği de.
Ancak buğunun çözülmesiyle gözler daha iyi görmeye başladıkça hangi aşk direnebilir ki
zamana? Eksiklikler ya da diğerinde yadırganmaya başlanan gerçek varoluşun hikâyesi
anlatılmaya, günlere konu olmaya başladıkça…
Tükenişin başlangıcıdır çekilen azap!
Ardından gelen kendini, benliğini kaybettiren arayış tökezlemeleridir.
İstemleri, beklentileri çoğaltmadığında, umuda buz kesen anın yüze vuran hissizliğidir,
aşksızlık.
Defteri kapattığında sanki yeni bir buluşun eşiğindeymiş gibi hissediyordu. Gözleri
dalgınlıktan sıyrılmaya başlamış bakışlarla etrafı tarıyordu. Bir ferahlık, bir gülümseme
yayılmış gibiydi çiçeklere. Gün gitgide ısınmaya başlamıştı. Ve işte nihayet o sabah her şey
tamamdı.
Oturduğu yerden kalkarken son anda yanı başına konan kelebeğin pırpırları olası mutluluğu
getirmişti. O gün son dakikada kaybettiği şeyin ne olduğunu hayretler içinde kendinde
bulurken nasıl da can havliyle atmıştı kendini dışarı.
Başlangıca, başladığın yere geri dön. Bütün geçtiğin yolları tersinden yeniden yürü.
Başladığın anı yeniden hisset. Ancak bu şekilde o zamanki duygularına, hayallerine yeniden
bakarken aslında tek ipucunun zamanın eriyikliğine kapılarak bunlardan kopmak olduğunu
göreceksin.
Yüreğin yasasını yeniden dinle. Göreceksin ki yüreği kurutan, kalbi çürüten ne varsa
unutulacaklar arasına girdiğinde farklılığın bambaşka ezgileriyle yüreğin yönünü sana
yeniden dönecek. Çocukluğun ilk halleriyle buluştukça burkulmalar iyileşecek.
Yüreğine dokunmaya devam et.
Rabia Coşgun